Kategoriler
Suriye gezi notları

Halep

Otobüste yine aynı filmi izledik ve Halep’te indik. Halep, taş binalarıyla meşhur bir kent. Yeni binalar da betonarme yapılsa da üzeri taşla kaplanıyor ve bunların üzeri boyanmıyor. Kentteki tüm binalar krem ve sarının çeşitli tonlarında. Taksiye binerek bizi şehir merkezine götürmesini istedik. Taksici bizi şehir merkezine götürdü ve “Cevahir Otel”e yerleşmemiz konusunda aşırı ısrar etti. Cevahir Otel’den komisyon aldığını, otelin de pek bir şeye benzemediğini tahmin ettim. Taksiden inerek yürüyerek otel aramaya başladık. Çevrede çok sayıda otel vardı, ancak bunlar Sirkeci veya Ulus’taki dökük otellere benziyordu. Bulduğumuz üç yıldızlı Ramses Oteli 110 dolar gibi Suriye için astronomik bir rakam istedi. İkinci bulduğumuz üç yıldızlı otelde oda 50 dolardı ama boş oda yoktu. Bir süre dolaşıp otel bulamadıktan sonra Sirkeci otellerinden en makul görünenine yerleştik, ancak eşyalarımızı bırakıp yine otel aramaya çıktık. Bulduğumuz otellerin hiçbirinde yer yoktu, Sheraton oteline de sormaya cesaret edemedik. Otel aramaktan vazgeçip yemek yemeye karar verdik. Bu arada kiliselerin bolluğundan, temizliğinden ve Ermenice yazılardan hıristiyan mahallesi olduğunu anladığımız bir yere gelmiştik (Aziziyah, Aziziye). Bu semtin ortasında bir alanda parklar, fıskiyeler vardı, bu alanın kenarlarında da iyi görünümlü lokantalar vardı. Süleymaniye caddesine bakan Wanes en kalabalık olanıydı, biz de buraya girip şansımızı deneyelim dedik.

Wanes, hem kafe hem restoran, hem batı hem de Suriye yemekleri yapılan bir yer. Yediğimiz vişneli kebap olağanüstüydü. Vişneler, kabukları ve çekirdekleri ayıklanarak bir sos haline getirilmiş, bir tabağa lavaş parçaları serilmiş, üzerine mangalda pişirilmiş köfteler ve vişne sosu konmuş bir yemek. Türkiye’de yediğim Vişneli kebaptan çok daha lezzetli bir eserdi.

Saat kulesi, arkada Sheraton.
Saat kulesi, arkada Sheraton.
Altaowheed (El Tevhid?) Camii
Altaowheed (El Tevhid?) Camii

Bunun yanında naneli kebap, yalancı, zahter salatası, kızarmış peynir, fettuş istedik.  Zahter, iri yapraklı bir tür kekik. Zahter salatası keskin aromalı, çok beğendiğim bir salata. Wanes’te bu salatanın içinde bol peynir de bulunuyor. Naneli kebap mangalda pişirilmiş iri ve yassı bir köfteydi. Denenmesi gerekmekle birlikte vişneli kebap gibi farklı bir lezzet olduğunu söyleyemem. Izgara peynir, Kıbrıslıların hellim ızgarasına benziyor. Yemek sonrası kahvelerimizi istedik. Halep’te kahveler Şam’daki kadar ağır aromalı değildi. Hesap 12 dolar civarındaydı.

Zahter salatası, Wanes.
Zahter salatası, Wanes.

Yemekten sonra yine aynı bölgede kablosuz internet aradık. Bazı kafelerde kablosuz internet olduğunu dizüstünü açarak gördüm, ancak bunlar müşteriye kullanım izni vermiyor, belki de sadece özel müşterilere izin veriyor. Sanıyorum 1-2 yıl sonra gidenler kablosuz internet erişimi olan yerler bulabilecek. Bir yerde oturup kahve içtikten sonra otele gittik. Yine televizyonu kurcaladım, ama bu otelde de Türkçe bir kanal yoktu.

Peynir ızgarası, Wanes.
Peynir ızgarası, Wanes.

Ertesi gün uyandıktan sonra kahvaltı etmek üzere hristiyan mahallesine gittik. Gördüğümüz bir meyve sucuya girdik ve tezgâhın arkasında duran 15 yaşlarındaki delikanlıya ne istediğimizi söylemeye çalıştık. Arapçadan başka bir dil bilmediği anlaşılan genç, dışarı çıkarak yaşlı bir adam çağırdı. Gelen yaşlı adama İngilizce olarak portakallı muz ve birer peynirli tost istediğimizi söyledik. Adam delikanlıya Arapça bir şeyler söyleyip çıktı. Meyve sularımız ve tostlarımız hazırlandı. Biz kahvaltı yaparken kırk yaşlarında bir adam geldi, o da bir şeyler istedi ve bir sandalyeye oturdu. Biraz sonra konuşmalarımızı duyan adam, “aa siz Türk müsünüz?” diyerek lafa girdi ve bizimle sohbete başladı. Adamın Ermeni olduğunu, bir plastik fabrikası işlettiğini öğrendik. Dışarı çıkarak yan dükkânda olan yaşlı adamı çağırdı ve bak burada Türkler varmış dedi. Yaşlı adam, biraz önce bizimle İngilizce konuşan adamdı, bize “yahu söylesenize ne uğraştırıyorsunuz adamı öyle fan fin fon diye hafif bir fırça attı. Ondan sonra koyu bir sohbet başladı. Yaşlı adamın ailesi 1915 yılında tehcir sırasında Kırıkhan’dan gönderilmiş, Hama yakınlarında bir yerde bir takım kanlı olaylar olmuş, ailesi oradan Halep’e kaçmış. Halep de o sıralar Osmanlı yönetiminde olmakla birlikte sakinmiş, oraya yerleşmişler. Öğrendiğimize göre Halep’te 60-70 bin Emeni nüfus varmış. Biraz sonra adamın yaşlı bir arkadaşı ve damadı gelerek sohbete katıldılar. Damat da bizim yaşlarımızdaydı ve Türkçe konuşuyordu. Yaşlılar Türkçeyi anadili gibi konuşuyordu, ancak bizim yaşıtlarımız biraz zorlanıyordu, ama yine de rahatlıkla sohbet edebilecek kadar konuşabiliyorlardı. Öğrendiğimize göre çoğu ailede hala evde Türkçe konuşuluyormuş. Bunun nedenini anlayamadım. Bu insanlar Türkiye’deki olayları gayet yakından takip ediyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimi, 301. madde, Malatya’daki olaylar, ceviz kabuğu programı gibi pek çok konudan söz edildi. 1915’deki olaylarla ilgili olarak bir nefretten çok bir kırgınlık havası vardı. Bu konuda olayların organizatörleri arasında Ermenilerin de olduğu gibi ilginç yorumlar da yapıldı. Bu arada çaylar içildi, yaşlı amca bize Türkiye’de kalıp müslüman olanlar ve olmuş gibi görünenlerle ilgili hikâyeler anlattı, yıllar sonra gelip akrabalarını bulan annesinin kuzenini ve babaları ölene kadar annelerinin Ermeni olduğunu bilmeyen onun çocuklarını anlattı. Bizim nerede kaldığımızı sordular, biz de kötü bir otelde kaldığımızı, çünkü yer bulamadığımızı söyledik. Bize Ermenilerim işlettiği birbirine çok yakın üç oteli tarif ettiler. Otellere gidip baktığımızda, ikisinin bizim de daha önce bulduğumuz ama yer olmayan oteller olduğunu, ama üçüncüsünü fark etmediğimizi gördük. Bu otellerden birisi dört yıldızlı Dar Zamaria (http://www.darzamaria.com), diğeri üç yıldızlı Mandaloun’du. Bu otelleri beğenmiş, ancak yer bulamamıştık. Bu oteller dışında bir de eski bir köşkün restorasyonu ile yapılan House Tourath hoşumuza gitmişti ama burada da yer yoktu (bu son iki otelin de web sayfaları vardı ama Suriyede’ki savaş sırasında bu web sayfaları ortadan kayboldu. Otellerin kendileri yerlerinde duruyor mu bilemiyorum). Üçüncü otel Cilicia (Kilikya) oteliydi, iki yıldızlı, bir zamanlar bir hayli kaliteli olduğu belli olan ama artık bakımsızlıktan dökülmekte olan bir oteldi. Burada boş yer olduğunu öğrendik, gecesi 40 dolardı. Eşyalarımızı önceki otelden alarak buraya yerleştik. Günlerden Cuma olduğu için pek çok yer tatildi. Biz de bu günü Halep Kalesi’ni gezerek değerlendirmeye karar verdik. Bir taksiye binerek Haleb Kal’a dedik ve adam bizi oraya götürdü. Halep Kalesi, gördüğüm en muhteşem ve iyi korunmuş kalelerden birisi. Bunun bir sebebi de Osmanlı’nın son dönemine kadar aktif olarak kullanılması. Kalenin etrafı derin bir hendekle çevrili ve bir tepenin üzerine konumlanmış. İçinde cami, amfitiyatro, çok sayıda bina, bir müze var. Müzeyi de gezdik, ancak müzecilik anlamında içler acısı bir haldeydi. Bundan 25 yıl önce gezdiğim Silifke müzesi bile daha iyiydi diyebilirim. Kale içindeki binaların da restorasyona ihtiyacı var. Aslında Halep içindeki pek çok eski bina son derce bakımsız, hatta bazıları her an yıkılabilir, insan yanlarına yaklaşmaya bile korkuyor.

Halep Kalesi
Halep Kalesi

 

Halep’te kadınların Şam’a göre daha kapalı olduğu dikkatimizi çekti. Sokaklar daha kirli, binalar daha bakımsızdı, ancak mimari anlamda Halep daha güzeldi. Sokaklarda schwarma, meyve suyu, dondurma, tatlı, peynirli pide ve biberli ekmek gibi hamur işleri yapılan çok sayıda dükkân vardı.

Akşam yemeği için işi riske atmadık, yine Wanes’e gittik. Bu kez senduanat (bumbar), humus, Halep kebabı, yoğurtlu yumurtalı kebap istedik. Bumbarın içi kıyma ve pirinçle yapılmış, iplikle boğum boğum yapılarak pişirilmiş, kabuğu ince, çok lezzetli bir yemekti. Humus ise bu lokantada dört çeşitti, bunlardan tahinli humusu istedik. İçinde kabuğu soyulmuş tüm nohut taneleri de vardı, ekşisi, tuzu tam kıvamındaydı, üzerindeki zeytinyağı çok kaliteliydi, Suriye’deki dördüncü deneyişimizde en nihayet doğru humusu bulmuştuk. Halep kebabı, domatesli, soğanlı, biberli pişirilmiş kıyma idi, aslında garsonun bizi yanlış anlamayıp anlamadığından emin olamadım, ama her neyse yediğimiz şey lezzetliydi. Yoğurtlu yumurtalı kebap ise yoğurtlu beyti’yi andıran çok lezzetli bir yemekti. Yolunuz düşerse yemenizi öneririm.

Havan, Geç Hitit dönemi, Halep Kalesi Müzesi
Havan, Geç Hitit dönemi, Halep Kalesi Müzesi
Ramazan topu, Osmanlı dönemi, Halep Kalesi Müzesi.
Ramazan topu, Osmanlı dönemi, Halep Kalesi Müzesi.
Senduanat, Wanes.
Senduanat, Wanes.
Humus, Wanes.
Humus, Wanes.

Sonraki gün, programımızda kapalı çarşı gezisi vardı. Önce bir meyve sucuda kahvaltı yapmaya karar verdik. Çilek, muz ve portakal suyu sıkıp, üzerine fıstık kıyılmış kaymak ile servis yapıldı. Bir taksi tutarak kapalı çarşıya gittik. Şam’da gördüğümüzden çok farklı olmayan, çok sayıda Türk müşterinin alışveriş yaptığı, tekstil ürünleri satan mağazaların çoğunda çat-pat Türkçe konuşanların olduğu bir yer. Burada, kumaştan anlıyorsanız ve iyi pazarlık yapabiliyorsanız karlı bir alışveriş yapmak mümkün. Ancak, pazarlık şart, çünkü örneğin 5 dolar dedikleri bir mal 1 dolara kadar inebiliyor. Güzel takılar da mevcut.

Çarşıda bulduğumuz bir fırından biberli ekmek yedik ama çok tuzluydu. Şam’da yediğimiz daha iyiydi.

Akşam yemeğinde yine Wanes’e gittik. Toshka, domates terbiyeli pirzola, sembusek, babaganuş istedik. Toshka, kıymalı peynirli pide. Pirzola biraz fazla pişmiş olmakla birlikte lezzetliydi. Sembusek, Mardin ve Hatay’da da yapılan bir kıymalı börek, bizim yediğimiz küçük ve yağda kızartılmış bir şekliydi. Bu lokantada naneli limonatanın da çok güzel yapıldığını belirteyim.

Kaymaklı meyve suyu kokteyli.
Kaymaklı meyve suyu kokteyli.
Şerbetçi, Kapalı Çarşı, Halep
Şerbetçi, Kapalı Çarşı, Halep

Ertesi gün, konuşma için davet edildiğim Halep Üniversitesine gittim. Üniversite, Suriye standartlarına göre bakımlıydı, ancak yine de yeşilliklerin kenarları düzgün olmakla birlikte ortalarında gelincik çiçekleri açacak kadar el değmemişti. Kampüste çok sayıda kız öğrenci vardı ama çoğu kapalı, hatta bazıları peçeliydi. Bunları öğretmenlerinin nasıl tanıyıp da not verdiğini de merak ettim.

Kebapçı, Kapalı Çarşı, Halep.
Kebapçı, Kapalı Çarşı, Halep.
Kapalı Çarşı, Halep.
Kapalı Çarşı, Halep.
Fırın, Kapalı Çarşı, Halep.
Fırın, Kapalı Çarşı, Halep.

Bir saat kadar toplantının yerini aradım, zira enformatik mühendisliğini sorduğum öğrenciler ya İngilizce bilmiyordu, ya da enformatik mühendisliğinin yerini bilmiyorlardı. Sonunda İngilizce bilen bir türbanlı kızla binanın yerini bilen bir türbanlı kızı bir arada yakaladım. Bana fakülteyi kabaca tarif ettiler. Tarif edilen yerde birkaç bina vardı, bunlardan birinin kapı görevlisine giderek elimdeki kâğıtları gösterdim. Suriyeli dostlarımız düşüncesizlik yapıp bize sadece İngilizce bir duyuru göndermişti, adam da tabi bir şey anlamadı ama kâğıdın üstünde Halep Üniversitesinin amblemini görünce ciddi bir şey olduğunu düşünüp beni öğrenci işleri gibi bir yere götürdü. Orada bir kadın kâğıtlara bakıp beni adamla birlikte sekreter gibi birine gönderdi. O da beni alıp büyük bir odaya soktu. Orada 50 yaşlarında profesör tipli bir adam vardı. Pencereden sarkarak bana yolu tarif etti. Kendisine teşekkür ederek ayrıldım. Bu adam mimarlık fakültesinin dekanıymış.

Toplantı programı tekrar düzenlenmiş, saat 13.30’da yemeğe gidebileceğimiz şekilde sıkıştırılmıştı. Toplantıdaki Suriyeli, Alman ve Rus konuşmacılarla birlikte bizi bir minibüse bindirip yemeğe götürdüler. Amerika’dan geri göç eden çok zengin bir Suriyelinin açtığı meşhur ve lüks bir lokantaya gittik. Burada içli köfte (kebbeh, kibbeh), humus, babagannuş, muhammara, beşamel soslu tavuk ve dondurmadan oluşan yemeğimizi yedik. Bu lokantadaki yemekleri yiyince, ne kadar şanslı bir seçim yapıp Wanes’e abone olduğumuzu anladım. Akşam yemeğinde aynı yerde buluşmak üzere sözleşildi, ancak ben toplantıyı kırıp yine Wanes’e gitmeyi tercih edecektim.

Sefer tası, Kapalı Çarşı, Halep
Sefer tası, Kapalı Çarşı, Halep
Gelin arabası
Gelin arabası
Sembusek
Sembusek

Otel resepsiyonuna iyi bir tatlıcı sorduk. Tarif ettiği yerden burma kadayıf aldık, ancak çok beğenmedik. Tatlıcıları inceleyerek iyi olduğunu düşündüğümüz bir yer bulduk. Adı “Abo Al Abed” olan bu dükkânın daha kapısına yaklaşınca tereyağı kokusu burna çarpıyordu. Suriye’de bizim gördüğümüz eldivenle çalışılan tek müesseseydi. Hediyelik tatlılarımızı buradan aldık. Halep’te tatlıcılık çok gelişmiş. Gaziantep’te ve Ankara’daki bazı meşhur tatlıcıların Halep kökenli olduğu biliniyor. Ancak, sıradan tatlıcıların sayısı çok fazla, iyi tatlıcılar da Gaziantep’in iyilerinden daha iyi değil. Gaziantep’te, kuşboku fıstıkla ve Urfa sadeyağla yapılmış bir baklavayla yarışacak baklava az bulunur. Ancak, Halep tatlıcılarının çok önemli bir artı puanı var, şırayı az koymaları. Bu şekilde tatlı hem iç baymıyor, hem de kıyır kıyır oluyor. Benzer yorumları Lübnan baklavaları için de duyuyorum. Şırayı az koymak, maliyeti ciddi şekilde yükselten bir etken, çünkü baklavanın fıstığı ve tereyağı pahalı, hamuru işçiliğinden dolayı pahalı, geriye ucuz olarak su ve şeker kalıyor. Antepli tatlıcılara önerim, nasıl “özel kare” diye bir tür baklavaları varsa, az şekerli bir baklava, örneğin “özel kuru” diye bir tür üretip pahalıya satmaları. Tabii şimdi yaptıkları kuru baklavadan daha az şekerli bir türü kastediyorum. Emin olun bundan iyi kazanacaklardır.

Abo al Abed
Abo al Abed
Tatlılar kutulanıyor, Abo al Abed
Tatlılar kutulanıyor, Abo al Abed

Akşam, yine Wanes’e gittik. Lokantada büyük bir Süryani grup sünnet yemeği yiyordu. Sünnet elbisesi ile ve boynunda haç olan bir oğlan çocuğu ortada dolaşıyordu. Cebimizde kalan surileri de harcamak amacıyla rakı, bira, yiyemeyeceğimiz kadar yiyecek istedik, üstüne kahve ve nargile de istedik ve Suriye rekoru kırdık; hesap 23 dolar geldi. Bu son yemeğimizde önceki hitlerimizden bir seçme yaptık, bir de keshkeh ve kebbeh istedik. Keshkeh, dövülmüş ceviz, süzme yoğurt, kuru nane ve ne olduğunu anlayamadığım çıtırdayan küçük taneler içeren bir meze ve kebbeh içli köfte. İri bir disk şeklinde yapılmış, dörde bölünmüş olarak getirdiler. İçinde çam fıstıkları da olan bu içli köfte oldukça lezzetliydi. Buna Hatay’da sac oruğu dendiğini sanıyorum. İçki içilmesi serbest ama ortalıkta hiç sarhoş-ayyaş görmedik. Rakıya arak diyorlar, bizim rakıya göre daha anasonlu ve içimi daha zor bir rakı.

Keshkeh, Wanes, Halep.
Keshkeh, Wanes, Halep.
Kebbeh ve arak, Wanes.
Kebbeh ve arak, Wanes.

Ertesi gün valizlerimizi toplayıp garaja gittik. Niyetimiz Antakya’ya gitmekti. Taksi dolmuşla adam başı 10 dolara götürebileceklerini söylediler. Ortalıkta başka müşteri yoktu, şoför ikimizi 30 dolara götürmeyi teklif etti, biz de kabul ettik. Halep-Antakya arası 110 km. Yayladağlı Arap kökenli bir vatandaşımız olan şoförle yola koyulduk (Abdullah Dolgun, 533 7166975). Yol, Gaziantep’e giden yola göre daha bakımlı ve daha sakindi. Sohbet de ederek güzel bir yolculuk yaptık. Suriye ile ilgili kafamıza takılan soruları bu arkadaşa sorduk. Sınır kapısında Suriye tarafı bakımlıydı, Türk tarafında inşaatlar vardı ve uzun TIR kuyrukları gözümüze çarptı. Bu TIR’lar bazen 2-3 gün bekliyormuş, ama şoför inşaat bitince bu sorunun çözüleceğini söyledi. Sınır kapısını geçtikten sonra bir süre sınırdaki dikenli tellerin yanından gittik, sonra Amik Ovası’nın yeşilliklerine kavuştuk. Antakya Otogarı’na vardığımızda burası bize uzay üssü kadar modern göründü. Kendimizi adeta bir zaman yolculuğu yapmış gibi hissettik.

Uçağımıza binmemiz için Adana’ya gitmemiz gerekiyordu. Adana’ya vardığımızda ise birkaç saat vaktimiz vardı. Bu vakti Adana’da yaşayan arkadaşlarımızla birlikte Yüzevler kebapçısını ziyaret ederek değerlendirdik. Böylece bu geziye yakışır bir final yapmış olduk.

Son söz: Bu geziyle ilgili yazamadıklarım yazdıklarımdan çoktur ve daha da önemlisi bazı şeyleri yaşamak gerekmektedir. Suriye, Akdeniz esintileri olan bir Arap ülkesi ve kendine özgü çok yönü var. İnsanları konuksever ve sıcakkanlı, giyim ve davranışlarınıza karşı son derece hoşgörülü, kapkaç gibi adli olaylar yok denecek kadar az. İki sorundan söz edebilirim, birincisi temizlik sorunu. Zengin ve/veya Hıristiyan nüfusun yaşadığı bölgeler derli toplu, diğer yerler bakımsız ve pis. Oteller, lüks lokanta ve kafeler dışında tuvalete gitmek istemeyeceksinizdir, çünkü tuvalette sabun, tuvalet kâğıdı ve hatta sifon bulamayacaksınız. Yiyecekler konusunda da titiz olmanız gerekiyor, sokakta her gördüğünüzü yemekten kaçınmanızı tavsiye ederim. Sokakta, yeni pişmiş şeyleri yemeniz daha güvenlidir. Örneğin, fırından alınmış bir biberli ekmek veya daha sıcaklığını koruyan bir taş kadayıfı. İkinci sorun ise İngilizce sorunu. Bilen çok az, onlar da ancak temel iletişimde bulunabilecek durumda. Neyse ki, özellikle Halep’te Türkçe bilenlere rastlayabiliyorsunuz. Suriye ucuz bir ülke, iki kişi altı gün tatil bize yaptığımız alışverişlerle birlikte 1200 TL’ ye maloldu. Sonuç olarak, temizlik takıntınız yoksa, mutfağa ve değişik kültürlere meraklıysanız görmeniz gereken bir yer. Bir de uyarım var, eğer bir turla gidip bol yıldızlı otellerde kalıp sadece turistik yerleri gezerseniz Suriye’nin ne olduğunu tam olarak anlamayabilirsiniz.

Kategoriler
Suriye gezi notları

Şam

Şam’daki otelimiz, üç yıldızı olan ama bu yıldızları niçin aldığını anlayamadığım bir yerdi. Adı Al Majed olan bu otelin duble odası günlük 33 dolardı ve şehir merkezindeydi. Oda rutubetliydi, penceresi yoktu, yatak pek rahat değildi, duşunda sadece küçük sabunlar vardı fakat temizcene ve sıcak suyu akan bir yerdi. Otele yerleştikten sonra, hemen yemek yemeye çıktık. Gece kulüplerinin olduğu ışıklı bir caddede lüks görünümlü bir lokantaya girdik. Gidip yemeklere baktık, bu sırada aşçılardan birisi ağzıma bir zeytinyağlı yaprak dolması sokuşturdu. Dolma lezzetli, ancak pirincinin fazla pişmesinden dolayı yumuşak kıvamdaydı. Bu yemeğe Suriye’de “yalancı” (yalandzi) deniyor, Türkçe “yalancı dolma” kökeninden gelen bir isim. Daha sonra yediğimiz yalancılar da yumuşak kıvamdaydı, demek ki Suriye’de böyle yapılıyor. İstediğimiz humus, nohut unundan yapılmıştı ve özensizdi. Fettuş (fattoush) peynir, domates, marul, salatalık, nane vs ile yapılan, üzerine kızarmış lavaş parçaları konan bir salata ve çok başarılı değildi. Muhammara da sıradandı. Kebap istedik, şiş köfteye benzer lezzetli bir kebap geldi. Yemeğin üstüne kahve istedik, bol kakuleli sert bir kahve geldi. Hesap olarak da 11-12 dolar civarında bir hesap ödedik. Mutlu ve tok insanlar olarak otele dönüp uyuduk.

Sabah uyandığımızda otel resepsiyonuna şehir merkezini tarif ettirdik. O taraflarda dolaşırken Şam Kapalı Çarşısı’nı bulduk. İstanbul’daki kapalı çarşıya benzeyen, yüksek tavanlı, tamamen gezmek birkaç saat sürecek bir yer. Çarşıdaki çok sayıda dondurmacı dikkatimizi çekti, daha sonra tüm Suriye gezisi boyunca bu dondurmacılardan çok sayıda görecektik. Dondurmalar bol fıstıklı, lezzetli, ancak ahım şahım değildi. Şekerlerin çokluğu dikkat çekiciydi, Şam’ın şekeri lafının nereden geldiği de ortaya çıkmış oldu.

Aslında Suriye’nin toz şeker üretimi pek azmış, başta Türkiye olmak üzere yurtdışından ithal edilirmiş. Devlet şeker ve bazı temel gıda maddelerine sübvansiyon uyguladığı için şeker çok ucuzmuş. Bir iki yıl öncesine kadar Suriye’den Türkiye’ye toz şeker götüren çokmuş, ancak artık gümrük memurları izin vermiyormuş.

Çarşıda beklendiği gibi baharatçılar, giyim eşyaları satanlar, hediyelik eşya satanlar ve envai çeşit satıcı vardı. Giyecekleri janjanlı olması dikkat çekiciydi.

Kadınlar ağır makyajlı ve çok süslüydü. Çoğu kapalı olmasına rağmen, başörtülülerin bile yüzündeki ağır makyaj ve hatta çarşaflarının altındaki topuklu ayakkabılarla salına salına yürüyen kadınlar dikkati çekiyordu. Kot pantolonlar işlemeli ve incik boncukluydu. Nadiren streç pantolonlu veya askılı giyinenler de vardı.

Kapalı Çarşı, Şam
Kapalı Çarşı, Şam
Aygül alışverişte, kapalı çarşı, Şam
Aygül alışverişte, kapalı çarşı, Şam

Çarşının içinde ve çevresinde çok sayıda camiye rastladık, ancak bunlardan bir tanesi mutlaka görülmesi gereken bir yerdi; Emeviye (Omayyad) Camii.

Eşim uyanıklık edip uzun kollu bir giysi ve başörtüsü de getirmişti, bu şekilde camiye girmeye çalışırken kapıdaki görevliler tarafından yakalanarak keşiş cübbesine benzer bir şey giydirildi. Daha sonra camiye pantolonlu kadınların da girmesinin yasak olduğunu anladık. Caminin yanındaki Selahaddin Eyyübi Türbesi ve ilk Türk hava şehitlerinin mezarını da ziyaret ettik.

İlk Türk hava şehitleri, Şam.
İlk Türk hava şehitleri, Şam.
Aygül keşiş kılığında, Emeviye Camii.
Aygül keşiş kılığında, Emeviye Camii.
Emeviye Camii.
Emeviye Camii.

Öğlen yemeğimizi çarşıya komşu bir humusçuda yedik. Humus (hummus) Arapça nohut anlamına geliyor ve Suriye Arapçasında humus anlamına gelen bir sözcük daha varmış ama bunu hatırlayamıyorum. Humus, lavaş ve turşuyla servis edildi. Çok iyi bir humus değildi ama karnımızı doyurdu. Oradan çıkınca, bir tatlıcıda içine lüle kaymak konmuş taş kadayıfı yedik. Tatlı ailesinin başyapıtlarından biriydi. Daha sonra bir daha rastlayamadığımız bu tatlıdan daha çok yemediğimiz için pişman olduk.

Çarşıyı biraz daha gezdikten sonra bir kahveye oturup çay, kahve, nargile içtik. Şam’da bütün kahveler ağır kakule kokuluydu, bir süre sonra baydı. Çay ise çoğu yerde poşet çay olarak veriliyordu. Suriyelilerin nasıl ağır demli Seylan çaylarını sevdiğini bildiğimden bu muhtemelen yeni âdeti anlamakta güçlük çektim. Nargile ise her kahvede, kafede, lokantada mutlaka vardı, hatta parklarda bile nargile servisi yapan adamlar vardı. Bu alışkanlık daha sonra gideceğimiz Halep’te de aynı şekilde yaygındı. Kadınların da nargileye son derece düşkün olduğunu da gözlemledik.

Halka açık tuvaletlerde durum son derece feciydi. Sabun ve tuvalet kâğıdı ve hatta sifon yoktu.

Akşama doğru çarşıdan sıkıldık ve şehir merkezinin başka bölgelerini gezmeye başladık. Bir Puma mağazasına Adidas ve Nike mağazası sorduk, Nike olmadığını söyledi ama bir Adidas mağazası tarif etti. Bu mağazaya giderken Şam’ın Bağdat Caddesi’ne girdiğimizi fark ettik. Her yer lüks giyim mağazalarıyla doluydu. Buralarda gezerken bazı insanlar bizimle Türkçe konuştular. Alışveriş ettiğimiz bir mağazanın sahibi de Süryani çıktı. Çat pat Türkçe konuşuyordu. Pazarlıkla 2000 Suri’ye almaya çalıştığımız bir montu 1900 Suri’ye bize sattı (bu arada ne kadar beceriksiz pazarlıkçılar olduğumuzu herhalde anlamışsınızdır).

Tandır ekmeği yapımı.
Tandır ekmeği yapımı.
Şam'ın şekeri.
Şam’ın şekeri.
Kestane ve tirmis satıcısı.
Kestane ve tirmis satıcısı.

Akşam yemeği için kentin en zengin yerinde en lüks görünen restoranı seçtik. Bizimle güçlükle İngilizce konuşabilen bir garson ilgilendi. Halebi (domates soslu kıyma kebap) ve maria (iki ince hamur katmanı arasında kıymalı içten oluşan, mangalda pişmiş bir çeşit lahmacun) yedik. İkisi de mükemmeldi, ancak maria incecik çıtır hamuru ve lezzeti ile unutamayacağım bir yemekti. Yediğimiz humus öncekilere göre daha iyiydi, ama yine mükemmel değildi. Menüdeki anlayamadığım bazı yemekleri garsona sordum, ama verdiği yanıtlardan hiç bir şey anlamadım. Karnımızı doyurup kahvelerimizi içtik ve otelimize gitmek üzere bir taksiciyle pazarlık ettik. Bizden bir dolar istedi (daha sonraki günlerde bunun bile yüksek bir rakam olduğunu anlayacaktım).

Otele gittiğimizde biraz televizyonu kurcaladım. Nilsat isimli bir uyduya ayarlıydı, 140 kanal çıkıyordu, bunların içinde Fransız ve İngiliz kanalları, Iraktaki Kürt ve Türkmen kanalları vardı ama Türkiye’ye ait bir kanal yoktu. İnternetle de bir ilişkimiz olmadığından Türkiye’de ne olup bittiğinden haberimiz yoktu. Ertesi gün öğlene doğru Şam’dan ayrılıp Halep’e gitmeye karar verdik. Sabah kahvaltısını bir meyve sucuda yaptık. Taze sıkılmış çilek, muz ve portakal sularından bir kokteyl ve falafel istedim. Falafel, nohut ve/veya baklanın baharatlarla köfte haline getirilip kızartılması ile yapılan bir yiyecek. Genellikle domates, marul, turşu vb ile lavaşa sarılarak yenir. Mısır kökenlidir, tüm ortadoğuda ve Arapların girdiği her batı şehrinde yaygın olarak satılır. En güzel İsrail’de yapıldığı söylenir. Benim yediğimde haşlanmış bulgur da vardı. Muhtemelen kızartma yağının eskimişliğinden dolayı hafif mide bozukluğu yaptı.

Kahvaltıdan sonra bir-iki saat daha şehri gezdik, bu arada peşimize iyi Türkçe konuşan Kürt ayakkabı boyacıları takılıp para istediler. Bir tanesi hayli yapışkandı ve beni kızdırmayı başardı.

Otele dönüp toplandık ve otelin önündeki taksiciye “bus station” dedik. 300 Suri’ye götüreceğini söyledi. Bunun üzerine ana yola çıkıp bir taksi bulduk, bizi yüz Suri’ye götürdü. Yine Zeytuni firmasından bilet aldık ve otobüs saatini beklemeye başladık. Şam otogarı, hayatımda gördüğüm en sefil otogardı. Yerler pislik ve toz doluydu, binalar dökülüyordu. Beklerken bir çay içtim, eşim çay bile içmeye çekindi.

Kategoriler
Suriye gezi notları

Şam’a yolculuk

Halep Üniversitesinde bir konuşma için davet edildim. Uzun süredir mutfak kültürünü incelemek için Suriye’ye gitmek istiyordum. Mevsimin de bir Suriye gezisi için uygun olması nedeni ile eşim ile birlikte bir haftalık bir gezi yapmaya karar verdik.

Suriye yeşil pasaportlular da dâhil, Türk vatandaşlarından vize istiyordu (2010 yılından itibaren Türk vatandaşlarına vize kalktı). Ankara’da büyükelçilik, İstanbul ve Gaziantep’te konsolosluklardan vize alınabiliyor. Bizim oturduğumuz yer Antalya olduğu için Ankara ve Gaziantep’ten vize alabileceğimiz söylendi. Suriye’ye ulaşmak için başlıca üç yol var. Birincisi, İstanbul-Şam arasında uçmak, ikincisi Gaziantep’ten karayolu ile girmek, üçüncüsü ise Antakya’dan karayolu ile girmek. Biz Gaziantep’ten vize alarak buradan karayolu ile girmeyi tercih ettik. 23 Nisan gecesi Gaziantep’te Konsolosluğa çok yakın olan Nil Otel’de kalıp sabah hemen konsolosluğa gittik. Vize için başvuru 8-11 arasında yapılıyordu. Konsolosluğa giderken bir delikanlı 5 TL karşılığında vize formlarını doldurabileceğini söyledi. Bizi bir büroya götürüp çay ikram etti. Biz çaylarımızı içerken formları doldurdu. Sonra da başvurularımızın sadece eşim tarafından yapılmasının daha az vaktimizi alacağını söyledi, zira konsolosluğun önünde iki kuyruk vardı, biri erkekler, diğeri de kadınların kuyruğu. Erkek kuyruğunda 50-60 kişi varken, kadın kuyruğunda 3-4 kişi vardı. Eşim kuyruğa girerek belgeleri teslim etti ve gezmeye çıktık. Pasaportları saat 2’de alacağımız söylendi. Öğlen yemeğine kadar gezdikten sonra öğlen İmam Çağdaş’a gittik. Mevsim gereği keme kebabı olduğunu öğrendim ve ilk kez keme yeme imkânım oldu. Lezzetli, ancak sık sık yeme ihtiyacı duyacağım kadar da eşsiz bir şey değil.

Keme kebabı, İmam Çağdaş, Gaziantep
Keme kebabı, İmam Çağdaş, Gaziantep

Saat 2’de pasaportlarımızı almaya gittik. Pasaportları bir izdiham içinde yüksek sesle isimleri okuyarak dağıtıyorlar. Bir saatlik bir mücadeleden sonra pasaportlarımızı alabildik. Konsolosluğun çevresinde dolmuş taksiler Halep’e yolcu taşımak üzere bekleşiyorlardı. Bir tanesi ile anlaştık, Suriyeli, Türkçeyi çat pat konuşan bir Arap şoförün taksisine bindik. Halep’e adam başı 20 TL’ ye götürüyordu. Yol arkadaşlarımız, Ceylanpınarlı Kürt bir üniversite öğrencisi ve Özbek bir Doktordu. Üniversite öğrencisi olan yol arkadaşımız, Suriye’de yaşayan akrabalarını ve Suriye vatandaşı olan nişanlısını görmeye gittiğini söyledi. Diğer yol arkadaşımızın niye gittiğini pek anlayamadık, zira ertesi gün sabah onda geri döneceğini söyledi. Halep’in çok tozlu ve pis bir yer olduğunu, orada yemek yemeye korktuğunu, yiyeceklerini yanında götürdüğünü söyledi.

Antep-Halep arası 120 km. Sürekli uyuklayan ve sürekli hatalı sollama yapan şoförümüzle tuhaf bir yolculuk yaptık. Öncüpınar sınır kapısından girdik. Suriye tarafında Esat’ların resimleri ve perişanlık hemen gözümüze çarptı. Baba-oğul Esatların resimleri ve Baba Esat’ın heykelleri bütün Suriye seyahati boyunca en çok gördüğümüz figürler oldu. Sınır kapısını geçince, bir Arap ülkesi için hayal etmediğimiz yeşillik, tarım alanları ve zeytinliklerle dolu bir bölgeden geçtik. Yol iki şeritli asfalt, bakımsızdı.

Başer Esad'lı afiş, Şam
Başer Esad’lı afiş, Şam

Halep’ten hemen Şam’a gitmeye karar vermiştik, onun için şoförümüze bizi otobüs terminaline bırakmasını söyledik. Öğrenci arkadaşımız da Şam’a gideceği için beraber bilet almaya gittik. Akrabaları ona Zeytouni firmasından bilet almasını söylemişler, biz de öyle yaptık. Bilet fiyatı 125 suriydi (50 suri=1 dolar). Halep Şam arası uçakların da 25 dolar olduğu söylendi. Otobüs saatini beklerken, bir adam gelip Türk olup olmadığımı sordu. Sonra da kırık bir İngilizce ile kendisinin Suriyeli bir Kürt olduğunu, Apo’yu çok sevdiğini söyledi, sonra da gitti. Dört saatlik bir otobüs yolculuğu yaptık. Otobüste kaymaklı bisküvi ve antibakteriyel jel ikram ettiler. Modern ve konforlu bir otobüstü. Televizyonda Suriye yapımı bir romantik komedi gösterdiler. Suriye’nin Cem Yılmaz’ı olduğunu tahmin ettiğim bir oyuncunun filmiydi. Bu genç, vaktini bilgisayarda vurdulu kırdılı oyunlar oynayarak geçiren, işsiz ve işe yaramaz olduğu için sürekli babasından fırça yiyen bir delikanlıdır. Sonra babasının yanında çalıştığı zengin adamın kızı için bir koruma aradığını öğrenir. Çelimsiz bir delikanlı olmasına rağmen bir yolunu bularak bu işe girer. Daha sonra aklının ve şansının yardımı ile işler yolunda gider, bir yandan da kıza âşık olur, film böyle devam eder. Seyri hoş, kurgusu ve oyunculuğu düzgün bir filmdi. Daha sonraki günlerde, Suriye’de televizyonculuk, grafik, resim, reklâm alanlarında ülke performansı ile uyumsuz bir iyilik hali olduğunu gördük. Şam otogarında indik. Öğrenci yol arkadaşımızın Türkçe bilmeyen bir akrabası bizi taksiye bindirdi, bizim adımıza pazarlık yaptı ve bizi bir otele gönderdi. Bu arada öğrenci yol arkadaşımızın da Arapça bilmediğini ve akrabaları ve nişanlısı ile Kürtçe konuştuğunu belirteyim.