THY ile sakin bir yolculuktan sonra Osaka’ya vardım. Metro ile kalacağım otele yakın bir yere gittikten sonra durağın dışına çıkıp bir taksi tuttum. Taksinin kapısı şoför tarafından otomatik kontrolle açılıp kapanıyor, bu nedenle Japonya’da taksi kapılarını açıp kapatmaya çalışırsanız komik durumlar oluşabiliyor. Şoför, 60 yaşlarında, son derece kibar ve beyaz eldivenliydi. Taksinin içindeki temizlik ve özen hemen dikkati çekiyordu. Japonca konusundaki ilk hayal kırıklığımı burada yaşadım. Adamın söylediği hiçbir şeyi anlamıyordum. Osaka’da farklı bir Japonca konuşulduğunu duymuştum, ama bu kadar farklı olacağını tahmin etmemiştim. Bir arkadaşım bu durumu Türkçe çalışıp ilk olarak Rize’ye gitmeye benzetti. Neyse ki onlar benim ne dediğimi anlıyordu. Daha sonra Tokyo’da insanların söylediklerini anlamaya başlayıp rahatlayacaktım.
Hotels.com’dan tuttuğum “Chisun Hotel Shinsaibashi” gecesi 52 dolarlık son derece temiz bir oteldi. Türk otel standartlarına göre bir hayli küçük olan odama yerleştikten sonra dışarıda gezinmeye çıktım. Saat on civarı olduğundan birkaç market ve lokanta dışında her yer kapalıydı. Yine de bol ışıklı, renkli bir geceydi. Cadde kenarlarında çok sayıda meşrubat otomatları vardı. Bunlardan bazılarında metal kutuda sıcak kahve bulunduğunu da şaşırarak gördüm. Japonya’da son yıllarda günde 24 saat açık olan marketler moda, sayıları da giderek artıyormuş. Bu marketler bizim mahalle arası küçük marketlere benziyor, ancak onlardan farkı yenmeye hazır yiyecek çeşitlerinin bol olması, ki bunlardan bazıları oracıkta görevliler tarafından mikrodalga fırınlarda ısıtılabiliyor, diğer bir özellikleri de bir dergi-manga reyonu bulunması. Bu dergi ve kitapların başında genellikle birkaç Japon inceleme yapıyor. Herhalde gece acil okuma ihtiyaçları olan bir millet ve soluğu hemen en yakın markette alıyorlar. Bir marketten çeşitli yiyecekler aldıktan sonra oteldeki odama gidip onları yedim. Saat farkı nedeniyle uykum yoktu, ama uyumaya çalıştım. Sabah uyandıktan sonra metro ile Nara’ya giden JR trenlerinin geçtiği bir tren istasyonuna gittim. Bu arada iyice acıkmıştım, istasyon içindeki bir kafeye girip oturdum. Menüden yağda yumurtalı bir kahvaltı seçtim. Yumurtanın yanında kızarmış ekmek ve küçük bir salata kasesi vardı. İlk gün için fena değil diye düşündüm. Kahvaltının yanında güzel bir filtre kahve vardı. Japonlar maalesef kahve konusunda bizi geçmiş durumdalar. Garson kız, masama üzerinde ne kadar ödeyeceğimin yazdığı bir adisyon fişi bıraktı. Kahvaltım bittikten sonra paramı bu adisyon fişinin üzerine bırakıp garsonun almasını bekledim. Bir süre gelen giden olmadı. O sırada insanların hesabı çıkarken kasaya ödediklerini fark ettim.
Nara
Trene binerek Nara’ya gittim. Tren istasyonunun hemen yanındaki Tourism Information bürosunda girdim, görevli kadına yaklaşarak bir harita istedim. Harita üzerinde çizerek nerelere gideceğimi gösterdi. Nereli olduğumu sordu, Türk olduğumu söyleyince ilginç bulduğunu belirten bir takım sesler çıkardı. Herhalde oralara pek Türk düşmüyor. Japonya’da İngilizce konuşurken “Turkish” deyince anlamayabiliyorlar, bu durumda “Toruko-jin desu” (Torukocin des, Türküm) demek gerekebiliyor.
Nara, 8. yüzyılda Japonya’ya başkentlik yapmış. Bu dönem Japon tarihinde Nara Dönemi olarak biliniyor. Çok sayıda eski yapı bulunan bir şehir, bu yapılar UNESCO dünya kültür mirası listesinde yer alıyor. Nara’nın en meşhur sakinleri geyikler. Eski bir Japon efsanesine göre Nara başkent olduğunda şehri korumak için tanrı Takemikazuchi beyaz bir geyiğe binerek gelmiş. Geyiklerin şehri ve ülkeyi koruduğuna inanılıyor ve kutsal kabul ediliyor. Bundan dolayı Nara’da, özellikle Nara parkında çok sayıda geyik serbest bir şekilde dolaşıyor. Bunlar yarı evcil geyikler. İnsandan kaçmıyorlar, hatta yiyecek istemek için insanların yanına geliyorlar.
Nara’daki tarihi binalar büyük bir parkın içinde bulunuyor. İstasyondan sonra parka On-on beş dakikalık bir yürüyüşten sonra ulaştım. İlk olarak Beş Katlı Pagoda ile karşılaştım. Beş katlı pagoda, 50 metrelik boyu ile Japonya’nın ikinci en yüksek pagodası, 725 yılında yapılmış ve Kōfuku-ji tapınağının bir parçası (http://www.kohfukuji.com/english.html – ingilizce link). Bu tapınak 7. yüzyılda yapılmış bir Budist tapınağı.
Tapınağın bir parçası da batı 33 tapınak hac yolunun dokuzuncu durağı olan Nanendou (Güney Oktagonal) Salon. Bina, 813 yılında yapılmış.
Yoluma devam ettim, ağaçların ve geyiklerin arasında on-onbeş dakika yürüdükten sonra “Kasuga Grand Shrine”, Büyük Kasuga Tapınağına vardım. Kasuga Taisha adıyla da bilinen bu tapınak, Nara’nın en saygın Şinto tapınağı. Nara’nın başkent olduğu zaman kurulmuş. Tapınak, çok sayıda ve çeşitli fenerleriyle meşhur. Tapınağın dışında çok sayıda taştan fener dikkati çekiyor. Tapınağın içine girmek paralı. İçerideki ana salona girmek ise yasak. Tapınağın iç ve dış bahçesinde çok sayıda küçük tapınakçık, diğer bir deyişle ziyaret mevcut.
Tapınağın hemen yanında Shin-en isimli, tapınağa ait Japon bahçesi var. Bu bahçe 1932 yılında kurulmuş. Manyoshu isimli, 4500 şiirden oluşan ve 759 yılında derlenen en eski Japon şiirlerinde sözü edilen bitkileri sergilemek için tasarlanmış. Günümüzde tümü Japonya’da doğal olarak yetişen 270 çeşit bitkiyi barındırıyor. Bahçenin en güzel zamanı Nisan sonu Mayıs başına denk geliyormuş, bu dönemde bahçede yer alan 20 çeşit wisteria açıyormuş. Wisteria, bizde en bilinen üyesi mor salkım olan salkım çiçekli bir bitki grubu.
Buradan çıktıktan sonra Tōdai-ji tapınak kompleksine doğru yola çıktım. Yolda hediyelik eşya dükkanları ve lokantalar vardı. Acıktığımı fark ederek bir lokantaya girdim, ana yemeği udon olan bir menü seçtim. Güzel bir yemekti, üstüne bir çeşit lokuma benzer bir tatlı getirdiler. Bizim lokumdan daha yumuşak, daha az tatlıydı.
Tōdai-ji’ye doğru ilerlerken küçük bir Şinto tapınağında Şinto adetlerine göre yapılan bir düğüne rastladım.
Daha sonra Tōdai-ji tapınak kompleksinin bir parçası olan Nigatsu-dō tapınağına vardım. Bu tapınak bir dağın eteğine yaslanmış etkileyici bir yapı. İnşa tarihi 772, ancak 1667’de bir yangında tahrip olduktan iki yıl sonra tekrar yapılmış. Tövbe törenleri ile biliniyor, 760 yılından beri Mart’ın ilk yarısında tövbe törenleri yapılıyor. Ana salonda iki Kannon heykeli var ama bunlar “Hibutsu” (gizli Buda) olarak sınıflanmış ve halka gösterilmiyor.
Tōdai-ji tapınak kompleksinin en önemli bir parçası Daibutsuden. Dünyanın en büyük ahşap yapısı. İçinde dünyanın en büyük oturan Buda heykeli var. Bu heykele Japonlar Daibutsu adını vermiş.
Binanın 728 yılında inşa edildiği biliniyor. Nara döneminde tüm Budistlerin yönetim merkezi olarak kullanılmış. 743 yılında İmparator Shōmu, herkesin Buda heykellerinin yapımına katkı vermesini gerektiren bir kanun çıkarmış. İmparator, bu şekilde Buda’nın ülkeyi doğal felaketlerden koruyacağına inanıyormuş. Tōdai-ji kayıtlarına göre 2.600.000’den fazla insan büyük Buda heykeli ve onu barındıran salonun yapımı için destek vermiş. On beş metre yüksekliğindeki heykel üç yıldan fazla sürede sekiz parça döküm halinde yapılmış. Heykel 751 yılında tamamlanmış ve tükettiği 500 ton bronzdan dolayı zamanın Japon ekonomisini ciddi şekilde sarsmış.
Eskiden tapınak kompleksinin parçası olarak iki tane 100 metrelik pagoda da varmış ama bunlar bir depremde yıkılmış. Daibutsuden (Buda’nın durduğu salon) iki kez yangında tahrip olup tekrar yapılmış. Şimdiki bina 1709’da tamamlanmış. Büyük Buda da birkaç kez tamirat görmüş. Heykelin şimdiki elleri ve kafası sonradan tekrar yapılmış.